“Annene söyle, döneceğim.’ Bunlar onun son sözleri, bana söylediği son sözler. Sonra yağmura adım atıyor. Yatak odasının kapısında üvey anneme sesleniyorum, babamın gittiğini söylüyorum. Ertesi sabah biz üç çocuk kahvaltımızı ediyoruz. Yalnızca üçümüz... Yağmur hâlâ yağıyor. Bütün gün yağıyor, ertesi gece de. Yağmur Ekim’e kadar hep yağıyor.”
“Suyun Yüzünde Danseden Şeytan” (The Devil That Danced on the Water)(*) Sierra Leone doğumlu, daha sonra İngiltere’de yaşamış Aminatta Forna’nın öz yaşam öyküsünden yola çıkarak yazdığı bir roman. Forna, kitabın ilk bölümünde Sierra Leone’de geçen 10 yılını anlatmış. (**) Daha sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalan Forna ailesinin küçük kızı, 25 yılını ülkesini, ailesini, babasını saran gerçekten habersiz, karanlıkta geçirmiş. Neden sonra köklerini aramak için ülkesine dönmüş, üstelik bu kez gazetecilik ruhuna bürünmüş olarak. Kitabın ikinci bölümü bu iz sürme dönemini anlatıyor.
Vasconcelos’un Şeker Portakalı, Arundathi Roy’un Küçük Şeylerin Tanrısı, Doris Lessing’in Türkü Söylüyor Otlar’ı, Naipaul’un Bay Biswas’ın Evi tadında bir kitap Forna’nın kitabı. Aynı mitolojik yaklaşım, aynı şiirsel söylem, aynı kırılgan güzellik. Tutkun olduğu babasının iki adam tarafından evden alınıp götürülmesi ile başlayan öykünün ilk yarısı sekiz yaşındaki Am’in duyguları, dili ve gözü ile anlatılıyor. Babasının gidişini simgeleyen yağmur ve şiddetli başağrıları… Öyle çok ağrıyor ki başı, çoğu kez ağrıyı hafifletmek için duvarlara vuruyor başını Am. Evdekiler zor zaptediyorlar. Am’in baş ağrısı hiç geçmiyor, çünkü babasını bir daha hiç göremiyor. Bu yitirme duygusu öyle şiirsel anlatılmış ki, okuduğunuzda içiniz acıyor. Yanıtı alınamamış sorular
Kitap yalnızca bir yürek destanı değil. Bu kara kıtanın kara yazgısını, bu kıtadaki bu ülkenin yıllar içinde aldığı, daha doğrusu alamadığı yolu tarihsel bir gerçekçilik çerçevesinde, bir habercinin ince titizliği ile oya gibi işliyor ve ülkenin kara tarihinin perde arkasını gözler önüne seriyor. Doktor babasına geceyarısı tedavi edilsin diye getirilen yerlinin ardındaki sır perdesi gibi…
“Tahta sandalyelerden birinde bir adam kımıldamadan oturuyordu. Yüzü terliydi, alnında tomur tomur terler vardı. Başı arkaya kaykılmış, gözleri kaymıştı. Babamız eski bir plastik sandalyenin koluna tünemiş, ona doğru eğilmişti… Işık sarıydı ve cılızdı. Babamın ne yaptığını görebilmek için eğildim. Adamın kucağında kanlı bir şey vardı. Önce elinde bir şey tutuyor sandım, yaralı bir hayvan belki, öyle kötü yaralanmış ki ne olduğu bile anlaşılmıyor. Sonra anladım ki, bu bir hayvan falan değil, adamın kendi eliydi. Daha doğrusu elinden geriye ne kalmışsa. Paramparça duruyordu orada. Parmakları yok, tırnakları yok, avucu bile yok. Etleri her yana dağılmıştı, ya da hiçbir yere mi desem. Çiğ et gibiydi. Tonlarla kanın arasında bir ışıltı çarptı gözüme, bir kemik parçası, beyaz bir sinirin ışıltısı, gri bir kasın parıltısı. Büyülenmiş gibi öylece dikildim kaldım. Babam elinde bir cımbız, çürümüş et parçalarını temizlemeye koyuldu.
Kahvaltıda babamız bize adamın bir trafik kazası geçirdiğini söyledi… ‘Nasıl olmuş kaza?’ diye sorduk. ‘Bilmiyorum’ dedi babam. ‘Peki ona n’oldu?’ diye sorduk, ‘Hastaneye gitti’ dedi.”
Sorulmamış sorular, sorulup yanıtı alınamamış sorular. Aminatta Forna’nın bu duygu yüklü yaşam öyküsü, Afrika’da bir rüyadan kabusa dönüşen çocukluğunun canlı bir aktarımı.... Çocukluğunda yaşadığı, kolonyal dönemi sonrası Afrika’sında tehlike, kaçışlar, İngiltere’deki sürgün yılları ve ülkesini terk eden babasının zalimlere karşı direnişinin korkunç sonuçlarının anti-kolonyal bir yaklaşımla yazılmış öyküsü… Mohamed Forna, çevresinde çok sevilen, saygı duyulan, sağlam bir kişiliğe sahip birisidir. Sık sık alıntıladığı Alexander Pope’un dediği gibi: “Onur da, utanç da durup dururken ortaya çıkmaz. Rolünüzü gerektiği gibi oynayın, işte gerçek onur budur...” O yoksul halk için hizmete kendini adamış bir adamdır:
“Yalnızım. Bugün eve kimse gelmez. Normalde, öğleden sonra insanlar birer ikişer dökülmeye başlar. Aileyi bilen, tanıyan ve yolu bu tarafa düşenler arka sundurmada oturur, diğerleri ise yola bakan ön sundurmada. Onlar Freetown’dan ve köylerden gelen yardıma ihtiyacı olan insanlar. Bazıları daha fazla tedaviye ihtiyacı olan ama başka bir doktora para ödemeye gücü yetmeyen eski hastalardır. Kimileri ise yardım ya da para istemeye gelir.”
Öfke ve kederin romanı
Amitta FornaSierra Leone’nin demokrasiye adım attığı yıllarda politik tutarlılığı ile yerini sağlamlaştırmış bir adamdır Mohammed Forna. Savaş sonrasında İngiltere’ye okumaya gelen ilk ‘siyah derili’ öğrencilerden. 1950’lerin granit şehri Aberdeen’e politik ateşi ve modaya uygun giyimi ile damgasını vuran Mohammed, Presbiteryan ailesinin karşı çıkmasına rağmen Aminatta’nın annesinin gönlünü çelmeyi, onu Sierra Leone’ye getirmeyi başarır. Ancak Aminatta’nın da kitabında çok iyi anlattığı gibi, Afrika artık eski Afrika değildir. Batının parlamenter demokrasisinin etkisi ile parçalanmış, yeni yollar edinmiş, bir yandan diktatörlükler, öte yandan yozlaşmalar akıl almayacak boyutlara ulaşmıştır. Mohamed Forna’nın bir düşünce suçlusu olarak damgalanıp tutuklanması için gereken her tür koşul hazırdır.
“Dışarıda merdivenleri iki adam çıkmış, sundurmada durmuş bana bakıyorlar. Ne istediklerini anlamak için dışarıya çıkıyorum. Florasan lambanın altında, sırtları karanlığa dönük duruyorlar. Beyaz ışık aşağıya doğru vuruyor, yanaklarında, alınlarında oynaşıyor, gözlerini kara yuvarlara dönüştürüyor. İki adamı da daha önceden hiç görmedim ama sanki onları bir yerden tanıyor gibiyim. İkisi de ince, kısa saçlı, kısa kollu safari takım giymişler. Birisi hani şu pazarlarda satılan sahte timsah derisi ayakkabılardan giymiş. Ayakkabılar iğrenç bir şekilde soyulmuş. Kim bu adamlar? Yıllar sonra bu adamların Prince Ba ve Newlove olduklarını öğrenecektim. Tıpkı gerçek dışı sahne adları gibi - ya da takma adlar. Yüzleri ifadesiz ama anlatılamaz bir kötülük havası yayıyorlar. Biri bana doktorla konuşmaya geldiklerini söylüyor… Babam anında ortaya çıkıyor ve birkaç dakika konuşuyor onlarla. Babam orada olup olmadığımı anlamak için bana dönüyor ve ‘Şimdi bu beylerle gitmek zorundayım Am’ diyor.”
Aminatta’nın çocukluğunu ve ulusunun kaderini belirleyen gerçeğin peşindeki arayışı onu ülkenin elit takımından isyancıların yaşadığı bölgelere kadar götürür. Babasının kaderini çevreleyen suskunluğu kırmaya yemin etmiş Aminatta sonunda hükümetin en yüksek kademelerine kadar uzanan komplolar zincirini açığa çıkarmayı, ülkenin politikacılarını ve yargıçlarını suçları ile yüzleştirmeyi başarır.“Su Yüzünde Dans Eden Şeytan”, Afrika’nın öyküsünü şiirsel ama onurlu bir dille anlatan bir acı, öfke ve keder romanı. Aminatta Forna yalnızca anılarını değil, yüreklerin derinliklerinde olanları da eşeleyip ortaya yürekli babasının gurur duyacağı modern bir klasik çıkarmış.
* The Devil That Danced on the Water, Harpers Collins Yayınevi’nden Ekim 2002 tarihinde yayımlandı.** Aminatta Forna, halen Londra’da yaşıyor ve TV yapımcısı olarak çalışıyor.